Zihniniz Bedeninizi İyileştirebilir mi?
ERICK J. COATS VE ROBERT S. FELDMAN
Çeviren: Arş. Gör. Nuran Erdoğruca Korkmaz
Zihin ve beden arasındaki ilişkinin nasıl işlediğine yönelik tartışmalar, tarih kadar eskidir. Bazı toplum ve kültürler, zihin ve bedeni birbirine sıkıca
geçmiş bir ünite olarak görürlerken, diğer bazıları ise bu iki yapının tamamıyla ayrı ayrı parçalar olduğuna inanmaktadırlar. Bizim bakış açımızı yansıtan
çağdaş batı toplumu, bu ilişkinin bir dereceye kadar tek yönlü olduğunu kabul
eder. Bizler, biyolojik süreçlerin zihinsel süreçleri ( fiziksel acı/ rahatsızlıklar,
alkol ve madde kullanımı gibi) etkilediğini kabul etmeye eğilimli iken; zihinsel süreçlerin biyolojik yapımızı etkilediği düşüncesini kabul etmeye pek de
taraftar değiliz.
Bu tek yönlü görüş, 21. yy. boyunca Batı tıbbına hakim olmuştur. Fakat
diğer kültürlerde, özellikle Doğu kültürlerinde, farklı bakış açıları kabul edilmektedir. Doğu toplumlarında meditasyon ve diğer zihinsel tedavi teknikleri tarih boyunca insanlara fiziksel sorunlarıyla başa çıkmalarında yardımcı
olmak için kullanılmıştır. Son zamanlarda bu teknikler Batı’da kendine yer
edinmiş, ve pek çok destekçi kazanmıştır.
Ne yazık ki, bizim kullandığımız zihinsel sağlık teknikleri hala çok sınırlıdır. Zihnin bedeni ne şekilde iyileştirdiği ve ona nasıl zarar verdiği ile ilişkili karışıklık “The Consumer Report” adlı dergiyi hangi tekniğin işe yarayıp
yaramadığını ortaya çıkarmaya yöneltmiştir. Bu makale, hem tıbbi hem de
psikolojik alandaki en son yenilikleri gözden geçirmekte ve ‘zihin / beden tıbbının gücü’ nün düşündüğümüzden daha büyük olduğunu göstermektedir.
Hiç kimse zihnin beden sağlığını etkileyebileceğini inkar edemez. Antik
Yunan da bunu bilmekteydi. 19. yüzyılın önde gelen hekimi ve modern tıbbın
babası sör. William Osler de bunu kanıtladı. (Osler ‘tüberkülozun tedavisi ile
ilgili olarak, bu rahatsızlığın göğüsten daha ziyade zihne bağlı olduğunu’ ifade
etmiştir.) Aynı şekilde de zihin ve beden bağlantısı, çağımızın hekimlerinin
ilgisini çekmekte ve onlar bunu psikosomatik tıbbın kurallarını dikkate alarak
açıklamaya çalışmaktadırlar. Ancak, bu kutsal gelenek, hastalıkların tedavisinde zihnin mucizevi bir gücü olduğunu iddia eden sorgulanabilir bir gelenekle var olmuştur.. Bunlar zihnin hastalıkları iyileştirmede adeta mucizevi
bir gücü olduğunu iddia eden kimi gerçek inananlar kimi tamamen şarlatanlardan oluşan sözde şifacılardır.
Son dönemlerde hekimler, zihnin sağlık üzerindeki fonksiyonuna yönelik
yeni bir ilgi alanı geliştirmektedirler. Bu amaçla hazırlanan kitap ve kasetlere
ait reklamlarda ‘21 günlük tamamiyle ücretsiz kullanımla bedeninizin doğal
bağışıklık sistemini harekete geçirin’, ‘Bağışıklık sisteminin kontrolü sizin
elinizde’ şeklinde öneri ve vaadler yer alır. Örneğin şu anda en iyi satanlar
listesinde bir yazara ait ‘Bağışıklık Sistemini Geliştirmeye Yönelik Meditasyonlar’ başlıklı bir kaset yer almaktadır.
İşin daha da kötü yanı, bu iyimser iddiaların karanlık tarafıdır: Mantığa
göre, eğer olumlu düşünceler sizin kendinizi mükemmel hissetmenizi sağlayabiliyorsa, o halde olumsuz düşünceler de sizi öldürebilir. Günümüz popüler
yazarlarının çoğu, insanların kendi duygusal problemlerinden dolayı hastalandıklarını ya da bu kişilerin kendilerini hasta olarak kafalarında “canlandırdıklarını” belirtmektedirler. Bu türden bir “kurbanı suçlama” felsefesi, özellikle
kanser söz konusu olduğunda oldukça yaygın -ve muhtemelen yıkıcı- olabilmektedir. Kendi kendine yardım ve şifayı konu edinen bir kitapta, kanserin
“ Derin acılar... pişmanlıklar ve taşıdığımız nefretler” den beslendiğini iddia
etmektedir. Böylelikle bazı şifacılar hastalarına standart bir egzersiz olarak
kendi kendilerine “Bu kansere niçin ihtiyacım var “ sorusunu sormalarını tavsiye ederler.
Gerçekte zihin, ne mucizevi bir tedavi ne de öldürücü bir silahtır. Her türlü duygusal birikimlerin insanları kansere karşı güçlü ya da yatkın bir hale
getirdiğine yönelik yeterli bir kanıt yoktur. Aynı şekilde meditasyonun veya
bir takım özel kasetlerin dinlenilmesi yoluyla tümörden kurtulunabileceğine
yönelik kesin kanıtlar da mevcut değildir. Yalnız bu çeşit iddialar, ‘pozitif düşünceye’ yönelik iyi niyetler olarak alınabilir
Fakat bu çarpık iddialar, önemli tıbbi realiteleri maskeleyebilmektedir. Diğer
taraftan düşünce, inanç ve duyguların fiziksel sağlık üzerinde büyük bir etkisinin olabileceğini gösteren kanıtlar gün geçtikçe çoğalmaktadır. Araştırmalar,
rahatlama teknikleri, meditasyon, hipnoz, biofeedbek, destek grupları ve psikoterapinin fiziksel hastalık sürecini etkileyebildiğini göstermektedir. Bu sonuç
tıbbi teori ve uygulamaların zihin-beden tıbbı olarak bilinen yeni bir sentezdir.
Günümüz zihin-beden tıbbına gösterilen ilgi artışı, bir dizi araştırmanın,
zihnin ve duyguların fiziksel sağlığı ne şekilde etkilediğine ilişkin bilimsel
anlayışı daha da derinleştirdiği 1970’ lere dayanır. Bu deneyler, özellikle zihnin bedendeki diğer sistem ve organlarla birlikte bağışıklık sistemini etkileyebildiğini göstermektedir. Bağışıklık sistemi sağlık ve hastalıkta merkezi bir
öneme sahiptir;: bu sistem, bedeni kanser hücrelerine, bakteri ve virüsler karşı
savunmaktadır.
Bu araştırmalar ilerleme kaydettikçe, klinisyen ve tıp araştırmacıları hastalarına yardımcı olmak amacıyla zihin gücünün kullanım yollarını test etmeye başlamışlardır. Örneğin, Stardford University School od Medicine’da
bir psikiyatrist, ileri derecede göğüs kanserine yakalanan bir bayan hastası
için destekleyici grup terapisini kullanmıştır. Bu uygulama bu tip rahatsızlığı
olan kadınlarda yaşam sürelerinin belirgin şekilde uzadığını göstermiştir. Diğer taraftan Duke University Medical Center’da kalp-damar rahatsızlığı olan
erkek ve kadınlara kızgınlık ve öfkelerini kontrol etmek için eğitim verilmiş,
bu duygusal değişimin onların kalp sağlıkları üzerinde olumlu etki yaratacağı öngörülmüştür. Ayrıca Harvard Medical School’da, basit bir teknik olarak
bedene rahatlama tepkileri verilerek ortaya çıkarılan bedenin rahatlatılması
tekniği hipertansiyon, baş ağrısı ve kısırlık gibi çok çeşitli problemleri olan
hastalara yardımcı olmak amacıyla kullanılmaktadır.
Uzman olmayan kişiler güvenilir ve yeniliği takip eden klinisyenlerle, yeterlilikleri ve iddiaları genellikle sorgulanan New Age ya da Yeni çağ şifacılarını
kolaylıkla ayırt edememektedirler. Bu iki alanı araştırmak isteyen bir kişi ikisini
ayırt etmede uzman yardımından faydalanabilir. Ne yazık ki, kendi doktorunuz
dahi size muhtemelen umduğunuz gibi bir yardım sağlayamayacaktır.
Son yıllarda, zihin - beden tıbbı gittikçe güvenilir hale gelmesine rağmen,
tıp literatüründeki gelişmeleri takip eden bir çok hekim bile, bu alanla ilişkili
son dönemde yapılan bir çok araştırmadan haberdar değillerdir. Zihin - beden
tıbbına yönelik araştırmalar, psikiyatri, psikoloji veya bireysel tıp uzmanlıklarını içine alan dergilerde yayınlanmaktadır. Son dönemlerde çok yaygın bir
şekilde okunan dergilerden ‘The Lancet’ ve ‘The New Journal of Medicine’
zihin-beden araştırmalarıyla ilişkili makaleler yayınlanmaktadır.
Ayrıca, çoğu hekim, zihin ve beden tıbbına yönelik yaklaşımları tam olarak
kavrayamadıkları için bu konuya kuşkulu bakabilmektedirler. Zihnin bedeni
nasıl etkilediğine yönelik kapsayıcı, birleştirici bir teori –mikrop teorisinin
eşdeğeri veya buna yaklaşan bir teori- bulunmamaktadır.
Bütün bunlara rağmen birbirini yakınsayan şu üç araştırma alanından bilimsel kanıtlar elde edilebilmektedir:
1. Beyin, sinir sistemi ve bedenin diğer organları arasındaki bağlantıları
inceleyen fizyolojik araştırmalar.
2. Psikolojik faktörlerle, nüfusun genelindeki hastalıklar arasındaki farklı
ilişkileri ölçen epidemik araştırmalar.
3. Belirli rahatsızlıkların tedavisinde zihin/beden yaklaşımının etkinliğini
test eden klinik araştırmalar.
Birlikte ele alındığında, bu çeşit farklı araştırmalar tutarlı bir tabloyu göstermeye yönelik bir başlangıç olarak görülebilir. Halen bu “yap bozun” birçok parçası
eksiktir, fakat bu gittikçe daha da fark edilebilir bir görüntüye dönüşmektedir.
BAĞLANTILARIN İZİNİ SÜRMEK
Zihin-beden tıbbının gerisindeki fizyolojik araştırmalar, bu yüzyılın başlarında Harvard Ün. Fizyologlarından Walter B. Canon’un ‘kaçış ya da mücadele’
olarak tanımlamayla başlamıştır. O, bedenin bir tehditle karşılaşmasıyla birlikte
adrenalin ve diğer ‘stres hormonlarını’ ürettiğini, bunun da birtakım fizyolojik
değişmeleri başlatan bir faktör olarak ortaya çıktığını keşfetmiştir: Ona göre bu
fizyolojik değişmeler, kalp ritmi ve kan basıncı birlikte hızlı bir şekilde yükselmekte ve kandaki şeker seviyesi ani bir enerjiyi ortaya çıkarmaktadır.
Bu değişiklikler, sanki bir mücadele veya kaçışa hazırlanmışçasına bedeni
hazır hale getirirler. Fakat, bu kaçış ya da mücadele tepkisi insan bedeninin
fiziksel bir tehdit karşısında hayatta kalmasında büyük öneme sahipken bu,
modern dünyanın yarattığı stresle başa çıkmada yardımcı olamamaktadır.
Eğer stres hormonunuz, çalışma ortamında sürekli yetiştirmeniz gereken bir
iş olması veya eşinizle devam eden tartışmalara girmeniz sonucunda kronik
bir şekilde yükselirse, bunun bedeniniz üzerindeki etkisi sizin hasta olma riskinizi arttırabilir.
Yıllardır stres tepkilerinin bu temel yönleri bilinmesine rağmen, zihin ve
beden tıbbındaki son dönem yapılan araştırmalar 1974’ deki keşifle birlikte
yeniden canlanmıştır. O yıl University of Rochester School of Medicine and
Dentisry’de deneysel psikolog olan Robert Ader, sinir sitemi ile bağışıklık
sisteminin birbiri ile yakın bir ilişki içerisinde olduğu ilişkin ilk ipuçlarını
ortaya çıkarmıştır. Onun çalışması, zihin ile beden arasındaki etkileşimin, eski
“mücadele ya da kaçış” tepkisi iddiasının ötesinde, daha karmaşık, daha çok
yönlü ve daha sürekli olduğunu ifade etmekteydi.
Ader ve arkadaşları, klasik davranışçı şartlanma modeline dayanarak fareler üzerinde bir dizi deney yapmış, araştırmacıları yeni yönlere sevk edebilecek bazı beklenmedik sonuçlara ulaşmışlardır. Ader ve arkadaşları farelere
bağışıklık sistemini baskılamak için saccarin dolu su ve ilaç enjekte etmişlerdir. Şekerli suyu tattıktan sonra kısa bir süre sonra, farelerin bağışıklık sistemlerindeki anahtar hücre sayılarında düşüş olduğunu gözlemlemişlerdir. Araştırmacılar sakarin dolu su verilen farelerde de aynı etkinin olduğunu tespit
etmişlerdir. Bu deney, farelerin bedenlerinde bağışıklık fonksiyonlarındaki bir
düşme ile birlikte şekerli suya tepki vermeyi “öğrendiklerini” göstermiştir.
Ader’in deneylerine kadar anatomistler, fizyologlar ve biyologlar beyin ve
bağışıklık sisteminin birbirinden ayrı ve birbirlerine etki edemeyen yapılar olduğuna inanıyorlardı. Şu anda bu konu ile ilişkili deneyler başarı ile tekrarlanmakta, ancak bilim adamları bu sistemler arasında gerçekten de, bir çok bağlantı
bulunduğunu ortaya koymaktadırlar. /Boyun altı bezi(Timus), lenf bezleri, dalak ve kemik iliğinden oluşan bağışıklık sistemi hücrelerini üreten, geliştiren ve
depolayan dokular içerisinde sinir uçları bulunmuştur. Ayrıca bağışıklık sistemi
hücrelerinin sinir sistemi tarafından üretilen kimyasal sinyallere cevap verdiği
görülmektedir. Böylelikle bu bulgular “psikonöroimmünoloji” olarak bilinen
yeni bir alanı üretmiştir. Kısaca PNI olarak ifade edilen bu yapıda “P” ‘psiko’
zihni; “N” ‘nöro’ nöroendokrin sistemini yani sinirler ve hormonal sistemi ve
“I” ise, “immünoloji” ise bağışıklık sistemini ifade etmektedir.
PNI yapısı üzerinde yapılan bir çok araştırmada geçerli olan hipoteze göre
psikolojik stresin bağışıklık sistemini fiziksel hastalık riskini arttırmaya yetecek düzeyde baskıladığıdır. Sadece son on yılda araştırmacılar, normal stres
verici olayların insanın bağışıklık istemi üzerindeki etkilerini araştırmaya başlamışlardır. Örneğin State University College of Medicine’da psikolog Janice
Kiecolt- Glaser ve immünolog Ronald Glaser, stres altındaki bir çok grupta:
örneğin final sınavına girecek tıp öğrencileri, Alzheimer hastası yakınlarına
bakan kişiler ve zorlu bir boşanma tecrübesi geçirmiş olan kadınların bağışıklık sistemi aktivitelerinde azalma olduğunu gözlemlemişlerdir.
Şu anda karşılaşılan en temel soru, Glaser’ların ölçtüğü türden değişikliklerin fiziksel sağlığı etkileyecek derecede büyük olup olmadığıdır. Stres,
bağışıklık sistemi fonksiyonları ve hastalık arasındaki ilişkiler henüz kanıtlanmamıştır. Fakat, son otuz yıl içerisinde yapılan bir çok çalışma, stres ve buna
bağlı olarak bireyin geliştirdiği savunma sisteminin hastalık riskini ortaya çıkaran önemli bir etken olduğunu ortaya koymaktadır.
KİMLER HASTALIĞA YAKALANMAYA DAHA EĞİLİMLİDİR?
Salgın hastalıklarla ilişkili araştırmalar yapan bir çok araştırmacı, büyük
gruplar üzerinde stres, psikolojik faktörler ve hastalık çeşitleri arasındaki
ilişkileri araştırmaktadırlar. Örneğin,1960’larda Amerikan Deniz Kuvvetleri
üzerinde yapılan klasik bir çalışmada, yaşamlarında boşanma, mekan değişikliği, iş kaybı ve buna benzer ciddi değişiklikler geçiren erkeklerde bu üzücü
tecrübeleri takip eden aylarda ciddi şekilde hastalanma ihtimallerinin arttığını
göstermiştir. Hatta araştırmacılar emeklilik, evlilik gibi bir kayba sebep olmayan kutlama niteliğinde olan olayların bile, beraberinde getirdiği değişiklikler
nedeniyle kötü etkilere sebep olabileceğini görmüşlerdir.
Fakat buna rağmen, son dönemde yapılan bir çok araştırmada stres verici
olaylarla hastalık arasında doğrudan bir ilişki bulunamamıştır. Bu stresin konuyla ilgisiz olduğu anlamına gelmemekte ve sadece sağlık üzerindeki etkilerinin fark edildiğinden daha kompleks olduğu anlamına gelmektedir. Aynı şekilde stres verici olaylara verilen tepki bireylere göre son derece farklılık
göstermektedir. Örneğin benzer problemlerle yüz yüze olan insanlardan biri
hasta olurken diğeri ise hastalığa hiç yakalanmamaktadır.
Diğer taraftan kişilik özellikleri, ruh hali ve sorun çözme tarzı gibi bir çok
psikolojik faktör, kişinin stresle başa çıkma tarzına ve dolayısıyla fiziksel sağlığına etki edebilmektedir. Örneğin, Duke Üniversity’denDr. Redford Williams,
kronik derecede öfke yaşayan insanların hayatın getirdiği stresten daha fazla
etkilendiklerini ve dolayısıyla kalp rahatsızlığına yakalanma ihtimallerinin daha
yüksek olduğunu göstermiştir. Diğer araştırmalarda da, bir çok psikoloji testiyle
de ölçüldüğü gibi, hayata karşı pozitif bir bakış açısına sahip olanların, kötümserlere göre genel olarak daha sağlıklı olduğunu göstermektedir.
Son dönemde yapılan araştırmalarda da, sosyal ilişkilerin stresle baş etmede etkili olduğu, bunun da fiziksel sağlığa etki ettiği gözlenmiştir. Aile ve
arkadaşları tarafından destek görmenin, hatta evcil hayvanlara sahip olmanın
bile hastalık riskini azalttığı, ayrıca bu hastalığa yakalananların tedavilerini de
olumlu yönde desteklediğini göstermektedir.
Bu çalışmaların bir sonraki aşaması, stres ve hastalık arasındaki ilişkinin
dikkatlice ve iyi kontrol edilmiş deneylerle ortaya konulmasıdır. Bu konuya
yönelik ilk çalışma örneğini 1991 de Carnige Melon Üniversity’den psikolog
Sheldon Cohen yapmıştır. Dr. Cohen ve arkadaşları araştırmaya gönüllü olarak katılan kişilere ölçülmüş dozlarda soğuk algınlığı veya solunum enfeksiyonu virüsü enjekte etmişler, sonrasında bu kişilerden hangilerinin hastalığa
daha meyilli olabileceğini gözlemlemişlerdir. Buna göre, gönüllü katılımcılardan bir kişinin soğuk algınlığı veya solunum yolu enfeksiyonuna yakalanma
olasılığının, bu kişinin geçen yıl zarfında yaşadığını söylediği stres miktarı
ile doğru orantılı olduğu gözlenmiştir. The New England Journal of Medicine
dergisinde yayımlanan bu önemli çalışma, stresin enfeksiyon riskini yükseltebileceğine yönelik ilk iyi kontrol edilmiş kanıtları sunmuştur.
NE TÜR TEDAVİLER HASTALIĞIN SEYRİNE YARDIMCI OLABİLİR?
Eğer stres sizi hasta edebiliyorsa o halde stresle başa çıkmayı öğrenmek
bağışıklık sisteminizi güçlendirebilir mi? Şu anda bu, zihin ve beden tıbbını
araştıran araştırmacılarla ve bu alana ilgi duyan okuyucular açısından temel
bir sorudur. Harvard Medical School’da zihin ve beden alanında araştırmalar
yapan psikanalist Dr. Steven Locke, bu alanda son çalışmaları gözden geçirmiş ve: ‘Toplum, kesin bir şekilde zihinleriyle bağışıklık sistemlerini kontrol
edebileceklerine inanmak istiyor’ ifadesini kullanmıştır.
Dr. Steven Locke’a göre ‘40 dan fazla yayınlanmış araştırma biofidbeck/
biyolojik geribildirim, imgeleme, meditasyon, hipnoz ve bunun gibi temel
zihin teknikleri kullanarak insanın bağışıklık sisteminin değiştirilebileceğini
göstermektedir. Bu çalışmaların çoğu olumlu sonuçlar vermiştir. Bunların arasında mükemmel denebilecek çalışmalar yer alırken, bazıları ise baştan sağma
denebilecek çalışmalardır. Bu çalışmalardaki en önemli taraf, bu çalışmaların
ne olup bittiğini ve nasıl olduğunu açıkça anlamamıza izin vermeyecek kadar
birbirlerinden farklı olmalarıdır.
Zihin-beden yaklaşımlarının bağışıklık sistemi fonksiyonları üzerindeki etkileri hala belirsiz olmasına rağmen, bunlar sağlık üzerinde etki yaratabilecek
diğer fizyolojik etkilere sahiptir. Şu anda birçok araştırmacı, bu yaklaşımların
geçerliliğini farklı koşullar altında test etmektedirler.
TEMEL RAHATLAMA TEKNİKLERİ
Belki de zihin-beden yaklaşımlarında en çok kullanılan tekniğin basitçe
“rahatlama” olduğunu söyleyebiliriz. Bu rahatlama tekniğinin temel amacı
stresle ilişkili fiziksel değişiklikleri, örneğin kas yoğunluğu, yüksek kan basıncı, ve hormon değişikliklerini etkisiz hale getirirken bir yandan da zihni
sakinleştirmektir.
Stresle savaşmak bedeninize basitçe “dur” demek değildir. ‘Mücadele ve
kaçma Tepkisi’ ile çalışan sempatik sinir sistemi, bilincin kontrol alanı dışında
çalışır. Fakat beden ayrıca, kalp atış hızı, kan basıncı ve kas yoğunluğunu düşürerek stres dönemlerinin üstesinden gelinmesine yardımcı olan parasempatik sinir sistemine sahiptir. İşte rahatlamanın temel amacı, parasempatik sinir
sistemini olumlu yönde tetiklemektir.
Bu gibi işlevleri yerine getiren kimi teknikler yıllar öncesine dayanır. Bunlardan birincisi 1920’lerde geliştirilen ve ileri kas rahatlaması olarak bilinen
bir metottur. Bu yöntem tansiyon ve daha sonrasında da sıkışmış tüm beden
kaslarının rahatlatılmasını içermektedir. Diğer metod ise, otojenik3
egzersiz
3 Otojenik(autogenetism) 1920′li yılların başlarında, Alman bir Psikiyatrist olan Prof. Dr. Johann Heinrich Schultz (1884-1970) tarafından bulunmuştur. otonom sinir sistemi üzerinden bedeni kontrollü
olarak gevşetme, kişinin ruhunu, psikolojisini rahatlatma metodudur.
Zihniniz Bedeninizi İyileştirebilir mi 361
olarak isimlendirilen bir metottur. Bu da bedenin zihinsel olarak taranıp, bedenin farklı bölümlerinin ağır veya rahatlamış olarak imgelenmesine dayanır.
Beklide en yaygın kullanılan rahatlama tekniği 1970’lerin başında Harvard
Medical School’dan Dr. Herbert Benson’un ‘rahatlama tepkisi’ olarak tarif
ettiği ve belli aşamalar kullanılarak ortaya çıkardığı tekniktir. Bu rahatlama
tepkisinin gerçekleştirilmesi için yapılan işlemler basit olup bireylerin kendi
başlarına öğrenmeleri açısından da kolay bir tekniktir.
Şu anda Benson ve arkadaşları ve bunun yanı sıra birçok araştırmacı, rahatlama tepkisini üreten farklı metotların tıbbi kullanımı üzerinde çalışmaktadırlar. Bu araştırmaların çoğu halen hazırlık aşamasında olmasına rağmen,
bir bütün olarak rahatlamanın çeşitli tıbbi problemleri olan insanlara yardımcı
olabileceğini öne sürmektedir. Bunların arasında:
KRONİK AĞRI
Kasların rahatlatılması tekniği, kaslardaki kasılmanın önlenmesi ve kas
tansiyonunun düşürülmesi yoluyla stresle belli türde baş ve bel ağrıları dahil
stresle ilişkili ağrıların kontrol edilmesine yardımcı olabilir. Son yapılan birkaç araştırma üzerinde yürütülen incelemelere göre, farklı biçimlerdeki rahatlama eğitimlerinin migren tipi baş ağrısı olan bireylerin % 38’ i ile tansiyonla
birlikte seyreden baş ağrısı olan bireylerin % 45’inde rahatlama yarattığını
göstermiştir(İyileşme baş ağrısının yoğunluğu, sıklığı ve sürekliliğini dikkate
alan bir ölçekte değerlendirilmiştir).
HİPERTANSİYON
Yüksek kan basıncı veya hipertansiyon, çoğunlukla sebebi bilinmeyen bir
rahatsızlıktır -ve ‘özel’ hipertansiyon olarak bilinir. Hipertansiyonu olan bazı
kişilerde stres çok önemli bir tetikleyici olabilir – örneğin, bir kişide sadece
doktora gitmenin yarattığı stres altında “beyaz-önlük hipertansiyonu” ve yüksek kan basıncı görülebilir. Çünkü bu strese bağlı hipertansiyonun strese bağlı
olmayandan ayrılması çok zor olabilir. Bazı çalışmalar, yüksek kan basıncı
olan farklı kişilerde rahatlamanın tüm bedene olan faydalı etkilerini bulma konusunda başarısız olmuşlardır. Fakat etkili olduğu durumda rahatlama, sistolik
ve diyastolik kan basıncını ortalama 5 ila 10 milimetre oranında azaltabilir.
DİYABET
Duke Üniversity Medical Center’dan psikolog Richard Surwit ve arkadaşları, aşamalı kas rahatlamasının birçok (erişkin yaşta başlayan Tip II) diyabetli insanda kan şekeri seviyesinin kontrol edilebileceğini göstermişlerdir.
Hipertansiyonla ilişkili olarak rahatlama teknikleri yalnızca nispeten yüksek
seviyede stres ve kaygısı olan bazı diyabet hastaları için etkilidir.
KISIRLIK
Kısırlık problemi olan çiftler bu problemi son derece stres verici olarak
algılamakta ve stresin, tıbbi tedavilerini daha da karmaşık hale getirdiğini
düşünmektedirler. Dr. Benson ve arkadaşları rahatlama tepkilerinin kısırlık
problemi olan kadınlarda kaygı ve depresyonun azalmasına yardım ettiğini
görmüş ve rahatlamanın tüp bebek sahibi olma şansını arttırdığı ön kanıtına
ulaşmışlardır.
KANSER TEDAVİSİNİN YAN ETKİLERİ
Çeşitli rahatlama terapileri, kanserli hastalarda kemoterapi veya radyoterapiye sıklıkla eşlik eden kaygı ve depresyonun hafifletilmesinde yardımcı
olabilmektedir. Özellikle, rahatlama temelli teknikler, kanser hastalarının üçte
birinde görülen mide bulantısını azaltabilmektedir; ki bu “beklenen mide bulantısı” planlanmış kemoterapi seansından 24 saat önce başlayabilmektedir.
KAYGI, DEPRESYON VE UYKUSUZLUK
Bir çok araştırma, düzenli rahatlama pratiklerinin psikolojik problemi olan
insanlara yardımcı olabileceğini göstermiştir. Özellikle, Dr. Benson ve grubu
yaptıkları son araştırmaya göre uykusuzluk problemi çeken veya uykuya dalma konusunda zorlanan insanların beşte dördünün, rahatlama tedavisi aldıktan sonra normal uyku düzenlerine dönebildiklerini gözlemlemişlerdir.
BİYOLOJİK GERİBİLDİRİM
Diğer zihin- beden yaklaşımlarının aksine “biyolojik geribildirim”, alete
bağlı olarak yapılır. Elektronik alıcılar, bedenin farklı bölümlerine takılarak,
bilinçli olarak farkında olamadığımız kas gerginliği, cilt ısısı, ter bezi aktivitesi, nabız oranı, solunum paternleri veya beyin dalgalarının ölçülmesinde
kullanılır. Elektronik bilgiler sonrasında kolayca algılanabilir sinyale dönüştürülür -örneğin, vücut ısısı değiştikçe duyulabilir ses de değişir- ve bu şekilde
size “geribildirim” sağlar.
Bir biyolojik geribildirim terapisti, bu düzeni kullanarak bilinçli bir şekilde beden fonksiyonlarınızın çeşitli şekillerde düzenlenmesinde size yardımcı
olabilir. Biyolojik geribildirim stres seviyenizi yansıtan beden reaksiyonlarını
ölçebildiğinden, çoğunlukla insanların rahatlamasına yardımcı olmak amacıyla kullanılır.
Ayrıca, biyolojik geribildirim tekniğinin bir diğer önemli özelliği, insanların belirgin biyolojik süreçlerin kontrol etmeyi öğrenmelerine yardımcı olmasıdır. Örneğin cilt ısısını ölçen biyolojik geribildirim cihazları, Raynaud Hastalığı olan insanlara yardımcı olmaktadır. Bu rahatsızlıkta, kan damarlarındaki
daralma el ve ayak parmaklarında soğuğa bağlı ağrı renk değişikliğine neden
olur. Bu insanlar biyolojik geribildirim sayesinde kan damarlarını genişletebilmeyi, el ve ayaklarındaki cilt ısısını yükseltmeyi öğrenebilirler. Biyolojik
geribildirim, idrarını tutamayan insanlara uygun kasları gevşetmeyi öğreterek
mesane ve bağırsaklarını kontrol etmelerinde de yardımcı olur. Ameliyat sonrasında kol ve bacak kaslarının tekrar kullanılmasına, felçli hastalarda temel
kasların artık iş görmediği durumlarda alternatif kalça kaslarının hareket ettirilmesine yardımcı olur. Biyolojik geribildirim şu anda hiperaktif çocuklarda
davranış değişikliğine yardımcı olmak amacıyla bu çocuklara kendi beyin dalgalarını değiştirmelerini öğretmede deneysel olarak kullanılmaktadır.
HİPNOZ
Sallanan köstekli saat ve gözünü dikmiş bakan Svengali klişelerinin aksine, hipnoz, sihirli veya gizemli bir olay değildir. Çok basitçe ifade edilirse
hipnoz, insanları rahatlatmaya yardımcı olmak ve bedensel fonksiyonlarını
kontrol etmek için kullanılan bir odaklanma sürecidir.
Hipnoz rahatlama ile başlar. Sırt üstü yatıp gözleriniz kapalı arkaya yaslandığınızda hipnoterapist derin bir şekilde rahatlamanız için size bir dizi yönlendirme verir. Ancak hipnotik duruma geçtikten sonra, bu daha özel hedeflere ulaşmak için de kullanılabilir. Hipnoz, üst düzeyde telkine açıklık halidir.
Hipnoz altında verilen yönlendirmeler psikolojik süreçleri farklı şekillerde
etkilemek için kullanılır.
Hemen hemen değişmez bir şekilde, hipnotik yönlendirmeler imgelem
biçiminde verilir. Hipnoz altındaki birey; görmeyi, duymayı, koklamayı, tat
alma veya dokunma gibi süreçleri imgeler. Örneğin, kendinizi rahatlatmak
için sıcak bir sahilde uzandığınızı, güneşlendiğinizi ve okyanusun sesini dinlediğinizi hayal edebilirsiniz.
Hipnoz, baş ağrılarının azaltılmasında, hemofili hastalarında kanamayı
azaltmada, astım nöbetlerinin şiddetini kontrol etmede, diş tedavilerinden
kaynaklanan rahatsızlıkların hafifletilmesinde, hamile kadınların doğumuna
kolaylaştırmada başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Aynı şekilde kronik ağrı
durumunu yaşayan bir çok insan için, hastanın ihtiyaç duyduğu ağrı kesici
ilaçların dozunun azaltılmasında veya ilaca duydukları ihtiyacın tamamiyle
ortadan kaldırılmasında da kullanmaktadırlar. Hatta hipnotik yönlendirmeler,
bağışıklık sistemi içerisinde oldukça gizemli bir olgu olarak görülen siğilin
yok edilmesinde dahi kullanılabilmektedir. Ayrıca bu durum, Case Western
Reserve Üniversity’de Dr. Karen Olness’in başkanlığında devam etmekte
olan büyük bir araştırmanın konusudur.
Aslında hipnoz, bireyin sadece hipnoterapiste bağlı olmadığı, hipnoz pratiğini kendi kendine de düzenli olarak uyguladığı durumlarda, haftalarca ve
aylaca süren süreçte son derece etkili olabilmektedir. Bireysel hipnozu öğrenmeye yönelik en güvenilir yöntem profesyonellerle çalışmaktır. Çünkü farklı
insanlar için farklı hipnoz metotları geçerli olabilmektedir.
Kendi kendine hipnozu öğretmeyi vadeden ticari amaçlı dinleme kasetleri,
birey için özel olarak tasarlanamayacakları için, beklenenin altında sonuçlar
verir. Özellikle, “alt algısal öğrenme” kasetlerinin kilo kaybetme, tutum değiştirme veya hipnoz süresince zihninizi kesinleştirmeye yardımcı oldukları
iddisının arka planında kapsamlı araştırmalar yoktur.
FARKINDALIK MEDİTASYONU
Son dönemlerde fiziksel rahatsızlıklarda kullanılan zihin-beden yaklaşımlarından bir tanesi de farkındalık meditasyonu olarak bilinmektedir. Rahatlama tepkisinde olduğu gibi farkındalık meditasyonu da, Budist öğretisine dayanan antik meditasyon geleneğine dayanır. Rahatlama yöntemi, zihnin tek bir
noktaya odaklanma tepkisini içerir, ki bu, bir kelime ya da cümle olabilirken,
farkındalık meditasyonu kişinin her neyi tecrübe ediyorsa ona odaklanmasını,
Zihniniz Bedeninizi İyileştirebilir mi 365
iyi ya da kötü olabilen bir durumda sakinliği tecrübe etmesini içermektedir.
Örneğin, bu kronik ağrısı olan insanın meditasyon yoluyla acıdan kurtulmak
için zihnin dağıtılması yöntemi değildir. Bilakis kişinin korku ya da kaygı hissetmeksizin zihnin acıyı tecrübe etmesidir ( bilindiği gibi duygular genellikle
acıyı çok yoğun yaşattırır).
Farkındalık meditasyonunun tıbbi kullanımına yönelik çalışmalar henüz
çok yenidir. Bu yaklaşım yardımcı tıp profesörü Jon Kabat-Zinn tarafından
kurulmuş olan Massachusetts Üniversitesi Tıp Merkezi Stres Azaltma kliniğinde geliştirilmiştir. Şu anda çeşitli tıbbi rahatsızlıkları olan 6000’den fazla
hasta bu programa devam etmektedir. Programı takip edip yıllar boyunca farkındalık meditasyonunu uygulamaya devam eden büyük bir kısım problemlerine çözüm bulduklarını ifade etmişlerdir. Ayrıca Klinik araştırmalar, kronik
rahatsızlığı olan hastalara bu yöntemin faydası olduğunu göstermiştir. Klinik
odaklı çalışmalar kronik ağrısı olan hastalar için olumlu sonuçlar vermektedir.
Kabat-Zinn ve meşlektaşları şu anda panik rahatsızlığı, amfizem (doku ve organlar arasında hava kalması) ve psöriyazis (sedef hastalığı) rahatsızlığı olan
hastalarla klinik çalışmalar yapmaktadırlar.
DESTEK GRUPLARI
Araştırmalar, güçlü sosyal ilişkileri olan insanların diğerlerine göre daha
sağlıklı olduklarını göstermekte ve araştırmacılar şu anda destek gruplarına
katılımın bireylerin sağlıklarına faydalı olup olmadığını bulmaya çalışmaktadırlar. Standford Üniversitesinde Dr. David Spiegel’in göğüs kanseri olan
kadınlara yönelik destek grubu çalışması, bu alanda yapılacak yeni araştırmalar için model oluşturmaktadır. Kanser hastaları üzerinde çalışma yapan
diğer bazı araştırmacılar ise, Dr. Spiegel’in çalışmasını tekrarlamakta, diğer
bazıları ise kalp rahatsızlığı olan hastalarla destek grubu çalışmasını yürütmektedirler.
Şu anda bir çok stres yönetimi programı, rahatlama eğitimi, diyet ve egzersiz yönlendirmeleri ve diğer yaşam tarzı değişikliklerini biraraya getirerek
uygulamaktadırlar. Birleştirilmiş bu yaklaşımlar genellikle etkili olmasına
rağmen, bu insanların destek gruplarından aldıkları fayda ile diğer faktörlerin
ne derece etkili olduğunu ortaya çıkarmak oldukça zordur.
PSİKOTERAPİ
Psikoterapi, ciddi fiziksel rahatsızlıkları olan insanlara yardım etmede faydalı olabilmektedir. Fiziksel rahatsızlığı olan bireyler çoğunlukla bu rahatsızlıklarından dolayı kaygı veya depresyon yaşayabilmekte ve bu duygusal
problemleri onları daha da hasta edebilmektedir. Çalışmalar, tıbbi sebeplerle
hastaneye yatan hastaların psikolojik olarak da rahatsız olmaları durumunda
hastanede kalma sürelerinin uzadığını göstermektedir. Ve psikolojik problemler hastanın prognozunu olumsuz yönde etkileyebildiği gibi, psikoterapi bu
durumu aynı ölçüde iyileştirebilmektedir.
New York Mount Sinai Medical Center’dan Dr. James Strain ve arkadaşlarının Northwestern Universitesi Medical School’da birlikte yaptıkları araştırma da bunu kanıtlamıştır. Bu araştırma grubu kalça kırığı şikayeti olan ileri
yaştaki hastaları hastaneye girdiklerinde değerlendirmişler ve ciddi duygusal
problemi olanlara yardım sunmuşlardır ( Kalça kırığı olan hastalar özellikle
kendilerini hareketsiz olarak gördüklerinde depresyona daha meyilli olabilmektedirler).Kontrol grubu hastalarına psikoterapi verilmemiş, terapi alan
hastaların kontrol grubu hastalarına göre hastaneden iki gün önce ayrıldıkları
ve rehabilitasyonda da daha az süre geçirdikleri, ayrıca tekrar hastaneye dönme olasılıklarının da azaldığı görülmüştür.
Psikoterapinin direk fiziksel sağlık üzerine etkili olmadığı durumlarda bile
örneğin, ciddi fiziksel bir rahatsızlığın duygusal yansımalarını tedavi etmede
yardımcı olabilir. Dr. Strain’e göre ciddi tıbbi durumlar özellikle duygusal rahatsızlıklarla ilişkilidir. Örneğin: AIDS, ilik nakli, kalp ve karaciğer nakli, ciddi yanıklar, ileri evre böbrek rahatsızlığı, açık kalp ameliyatı, ve plastik cerrahi ( özelikle de kalça kırığı ) bunlar arasında sayılabilir. Bu tip rahatsızlıkları
olan hastalar özellikle psikolojik tedaviden fayda sağlayabilmektedirler.
Ayrıca Psikoterapi, tıbbi bir sorunun işareti olarak görünen ancak aslında
bilinçdışı duygusal çatışmaların sebep olduğu fiziksel semptomlara sahip somatizasyon hastaları için de bir tercihtir. Bu kişiler etkili bir terapi programı
almadıkları sürece problemlerine tıbbı bir çözüm bulmak için gereksiz yere
büyük miktarlarda zaman ve para harcamaktadırlar.
4 Hastalığın prognozu, hastalığın muhtemel seyrini, süresini ve sonuçlarını tahmin etmedir.
TÜM YÖNTEMLERE GENEL BİR BAKIŞ
Zihin-beden yaklaşımı halen tam bir bilim olmaya uzak gibi görünmekte,
konu ile ilişkili zihni karıştıran bir çok soru cevaplanmayı beklemektedir. Fakat, adeta alanın kısa sürede yarattığı heyecanı kanıtlarcasına, bu alana yönelik iyi tasarlanmış çalışmaların sayısı her geçen gün artmaktadır.
Çoğu insan için sorun zihin-beden tıbbının araştırmaya uygun bir alan olup
olmaması (uygun bir alandır) veya taşıdığı potansiyelin henüz tam anlamıyla
tanımlanması veya kanıtlanması değildir (henüz tanımlanmamıştır). Hali hazırda en temel pratik sorun şu anki haliyle zihin-beden tıbbının çeşitli ciddi
rahatsızlıkları olan hastaları, stres altındaki ve sağlıklı yaşamak isteyen insanlar için bir değer taşıyıp taşımadığıdır.
Zihin-beden tıbbının halen gelişmekte olmasına rağmen, birçok duruma
uyarlanabilir hale getirmek için yeterli bilgi mevcuttur. Zihin-beden yaklaşımlarının tıbbi problemleri olan insanlara belirgin bir fiziksel fayda sağlamadığı
durumlarda bile, bu yaklaşımlar yaşam kalitesini geliştirebilmektedir. Örneğin
rahatlama teknikleri, hipnoz, psikoterapi ve destek grupları, kanser hastalarına
hastalıklarıyla ilgili kaygı ve korkularıyla baş etme ve almaları gereken tedavi
konusunda etkili bir şekilde yardım edebilmektedir. Psikolojik yaklaşımlar,
eklem iltihabı, gastrointestinal rahatsızlıklar ve diğer kronik şikayetleri olan
hastalara semptomlarıyla ilgili olarak yardımcı olabilmektedir.
Sonuç olarak, zihin-beden teknikleri gerçekte fiziksel veya duygusal bir
risk taşımamaktadır. Bu tekniklerin faydaları halen varsayım niteliğindedir.
Ancak geleneksel tıbbın yerine kullanılmadıkları sürece bu yaklaşımların deneme amaçlı uygulanması sonucunda zarar görme ihtimali yoktur. Bu konuda
tercih yapmaya bile gerek yoktur. Dolayısıyla zihin-beden yaklaşımı geleneksel tıbbi tedavilerle tamamıyla uyumludur.
Comentarios